CHP Genel Başkanı Özgür Özel, iktidar medyası mensubu bir tv programcısı ile görüştüğü için kendisini eleştiren gazeteci Fatih Altaylı’ya gönderdiği açıklamanın bir yerinde, “geçmişte o arkadaşın programına çıktım ve bu sayede karşı mahalleye seslenme imkanı buldum” mealinde bir cümle sarfediyor. Ve ben de, şu “mahalle” ve “karşı mahalle” kavramlarından hiç hazzetmediğim ve biraz da bu kavramdan rahatsız olduğum için, bu yazıyı yazmak istedim.
Muradım Özgür Özel’i eleştirmek ya da polemik yapmak değil. Ama bizim sol, Türk Solu’nun geneli, bu “mahalle” edebiyatını öteden beri bile isteye ve severek kullanıyor. Belli ki CHP lideri de toplumu mahalleler üzerinden okumaya meyyal, yoksa “karşı mahalle” tanımını kullanmaktan çekinirdi. Hele ki 31 Mart seçimlerinde milliyetçi ve muhafazakar seçmen kitlelerinden beklediğinden daha fazla oy almış bir partinin genel başkanı olarak hâlâ “karşı mahalle” metaforunu kullanabiliyor olması son derece şaşırtıcı aslında. Ama dediğim gibi, Türk solcuları bu kavramı sık kullanıyorlar ve bundan pek de rahatsız olmuyorlar.
Karşı mahalle neresidir? Bu sual görünüşte çok basit, ama gerçekte çok zor bir sorudur? Meselâ şöyle olsaydı; ülkemizin toplumsal yapısı sınıflar üzere kategorize olsa ve “işçi sınıfı” ve “burjuvazi” şeklinde siyasi alanda gözle görünür bir sınıfsal ayrışma olabilseydi, belki bu “bizim mahalle” ya da “karşı mahalle” kavramları anlaşılır olabilirdi. Oysa bu günün Türkiyesinde siyasi partiler ve bizzat toplumun kendisi böyle bir ayrışma üzere tanımlanamıyor. En yoksul kesimler pekala DYP, ANAP ve AK PARTİ gibi sağ partilere meyilli olabiliyorlar ve ekonomik durumu hiç de fena olmayan kesimler CHP’ye yıllarca oy verebiliyorlar. Eğer toplum sınıfsal pozisyonlarına göre siyasi tercih kullanıyor olsaydı, şu halde işçi, emekçi, yoksul kesimler sağ partilere oy vermiyor olurlardı. Oysa sağ yelpazedeki partilere en çok yoksul kesimler oy veriyorlar.
“Mahalle” kavramını telaffuz etmese de, muhafazakar-islamcı-iilliyetçi siyasi cenah da bu kamplaşmadan pek de şikayetçi görünmüyor aslında. Çünkü kimlikler ve değerler üzerinden ayrışmış, kategorize olmuş bir Türkiye, milliyetçi-muhafazakar siyaset için en konforlu alandır. Hiçbir faydalı iş yapmasanız bile ciddi bir oy desteğini her zaman bulabilirsiniz bu şekilde.
Hiç lafı dolandırmaya gerek yok, bu ülkede siyasi ayrışma ekonomik ve sınıfsal tercihler üzere değil, inanç ve değerler üzerinde şekillenmiş durumdadır. Yani, “laikler, seküler ve Cumhuriyet değerlerine bağlı kesimler” bir mahalle, “milliyetçi, muhafazakar ve dini değerlere bağlı kesimler” de bir diğer mahalledir, hepsi bu kadar.
Amma ve lakin, hepsi bu kadar olmakla birlikte, bu tablo bir millet, bir ulus, bir ülke için orta ve uzun vadede büyük tehlikedir. Peki bu fotoğraf bu ülke için bir “alarm sinyali” ise ne yapılmalıdır? Toplumu “bizim mahalle” ve “karşı mahalle” olarak kategorize etme yanlışından vazgeçeceğiz. Yani bu ülkede yaşayan 85 milyon insanı “tek mahallede yaşayan komşular” olarak göreceğiz. Bütün ülkeye tek mahalle olarak bakacağız.
Ve birbirimizle diyalog kuracağız, konuşacağız, görüşeceğiz. Bu ülkenin sorunlarını bertaraf etmenin, güçlü ve zengin bir ülke inşâ etmenin ve toplumsal barışını sağlamış bir ülke olmanın başka bir yolu yok. Kısacası herkes “mahalle” konforundan taviz verecek. Başka çıkış yok!