Tarih: 24.11.2024 19:01

Özgür Özel'den iktidara kreş resti

Facebook Twitter Linked-in

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın belediyelere kreşlerle ilgili gönderdiği uyarı yazısına ilişkin, “AK Parti’nin Ankara adayı Turgut Altınok. 100 kreş sözü vermiş. İzmir adayı Hamza Dağ, İzmir’de 100 kreş açağını annelere söz olarak vermiş ve son olarak bize yazıyı yollayan Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul adayıyken İstanbul’un her mahallesine bir kreş sözü vermiş. Şimdi soruyorum Murat Kurum’a, Hamza Dağ ve Turgut Altınok’a; siz kazansaydınız kreş açacaktınız, biz kazandık, o kreşleri zaten açmıştık, fazlasını yaptık. Şimdi sizinkiler ‘Kapatalım, oylar CHP’den gitsin’ diyor. Bu akıl mı, bu vicdan mı, bu namus mu, bu siyaset mi? Olmaz olsun sizin siyasetiniz. Biz bu hukuksuz karara direniriz. Biz bununla mücadele ederiz. Ama milletimiz bunların ne durumda olduklarını, nasıl bir çaresizlik içinde olduklarını en yakından görüyorlar” dedi.

CHP’nin Gölge Milli Eğitim Bakanlığı, parti genel merkezinde, 24 Kasım Öğretmenler Günü dolayısıyla “Cumhuriyet Işığında, Başöğretmenimizin Yolunda” etkinliği düzenledi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, etkinliğe öğretmen annesi Rukiye Şükran Özel ve babası Talat Özel ile katıldı. Özel’in Bornova Anadolu Lisesi’nden öğretmenleri de etkinliğe katıldı. Özel’e ayrıca genel başkan yardımcıları ve milletvekilleri ve onların öğretmenleri de eşlik etti.

Etkinlik Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş’ın açış konuşmasıyla başladı. Özçağdaş'ın ardından konuşma yapan CHP Lideri Özel şunları kaydetti: 

“2002 yılında bir öğretmen maaşına hiç dokunmazsa İstanbul’daki o evi 15 aylık maaşıyla alıyormuş. Aynı eve baktık, şu anda 122 aylık maaşıyla alabiliyor. Yani eskiden 1 yıl 3 ay maaşına dokunmadan alabildiğin evi, şimdi 10 yılda aldığın maaşla alamaz durumdasın. Anadolu Eğitim Sendikası’nın öğretmenlerle birebir yaptığı ankette, yüzde 82’si maaşını yetersiz buluyor. Yüzde 88’i aldığı maaşla ailesinin ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çektiğini, yüzde 30’u geçinebilmek için hala daha anne ve babasından destek gördüğünü ifade ediyor. Yüzde 91’ine göre, aldığı maaş hak ettiği maaş değil. Yüzde 94’üne göre aldıkları maaş, toplumdaki saygınlıklarını gölgeliyor. Yüzde 74’ü aldığı maaşla birikim yapamadığını, yüzde 70’i kredi borcunun olduğunu ifade ediyor. Yüzde 47’si kredi borcunun ancak asgari tutarını ödeyebildiğini, yani yüzde 53’ü kredi kartı borcunun asgarisini bile ödeyemediğini söylüyor. Yüzde 84’ü ev ya da araba için krediye başvurmaya cesaretinin olmadığını, yüzde 38’i geçinebilmek için ek iş yaptığını, yüzde 70’i cebinde ay sonu yaklaşırken günler kala hiç para kalmadığını, yüzde 53’ü ev kirası öderken zorluk çektiğini ifade ediyor. Bu durumda biz CHP olarak eğitimdeki diğer sorunları konuşmayı bile gerekli görmüyoruz. Elbette konuşacağız ama öğretmenin durumu buysa, geçim sorunu varsa, ev sahibi kapıdaysa, kira ödenmiyorsa, kredi kartının asgari tutarını ödeyenler bile yüzde 43 düzeyinde kalıyorsa, nasıl o öğretmen faydalı olabilir, nasıl o eğitim sistemi iyi işleyebilir?

“Madem atamayacaktın, 1 milyon öğretmeni niye okuttun be adam”

Tabii bu, çalışan öğretmenlerin sorunları. Bir de çalışamayan, atanmayan öğretmenler var. ‘Atanamayan’ diye söyleyip sanki kendinde bir kusur yokmuş gibi, yani istiyormuş da atayamamış gibi yapanlar ya da öğretmenlere bir kusur varmış gibi söyleyenler, ‘Atanamamışsın evladım. Bak atanan atanıyor’ gibi bir algı operasyonuna yeltenenler var. Bu iktidar gelmeden önce de vardı atanmayan öğretmen sorunu. Sayıları 68 bindi. Sayın Erdoğan, her kürsüye çıktığında rahmetli Ecevit’e, ‘Madem atamayacaktın, ne diye okuttun be adam’ derdi. Şu anda sayı 1 milyona ulaşmış durumda. Rahmetli Ecevit Hakk'ın rahmetine kavuştu, şimdi yok ama Ecevit adına soralım; madem atamayacaktın, 1 milyon öğretmeni niye okuttun be adam, kendi deyişinle.

“Beklentinin beşte birini karşılayan ve atanmak için bekleyenlerin sadece 50’de birinin atandığı bir günü yaşadık”

Dün ise Sayın Erdoğan 20 bin öğretmen atamasını müjde diye duyurdu. Bu, geçen senenin kabus haberiydi zaten. Öğretmenler atama istiyordu, ‘68 bin atama isteriz, 82 bin atama isteriz, 100 bin atamanın altını kabul etmeyiz’ konuşulurken demişlerdi ki ‘Öğretmen ataması yok. Ancak emekli olan öğretmen kadar atayacağız.’ Biz baktık, 22 bin emekli öğretmen olmuştu, 20 bin öğretmen atayacakları belliydi. Beklentinin beşte biriydi zaten. Dün yaptıkları atamalar, beklentinin beşte birini karşılayan ve öğretmenlik yapmak, atanmak için bekleyenlerin sadece 50’de birinin atandığı bir günü yaşadık. Bunu müjde diye anlattılar. Bu yüzden karşı karşıya olduğumuz durum, öğretmenlik mesleği gerçekten tarihte ve bütün dünya tarihinde uğradığı en büyük saldırıyla karşı karşıya. Öğretmenler; ücretli öğretmen, sözleşmeli öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen ve başöğretmen diye beş farklı istihdam şekline kavuştular maalesef bu iktidar döneminde. Aynı işi yapıp farklı özlük hakları ve unvanlarla çalıştırılıyorlar. Bu çalışma şekli aynı okulda iş barışını bozuyor. Ücretli öğretmenlere asgari ücretin altında maaş veriliyor.

"Taban fiyat kelimesi metinden çıkmasaydı bugün asgari ücret verilen öğretmen, 40 bin lira alacaktı" 

Özel sektör öğretmenleri hem sendikalı çalışmak istiyorlar ama bu imkandan yoksun bırakılıyorlar, daha doğrusu buna kalktıklarında işsiz bırakılıyorlar hem de 2014’te yapılan bir değişiklikle taban maaş korumasının dışındalar. 2014 yılına kadar -o gece ben oradaydım, o salondaydım- kamudaki öğretmen ne maaş alıyorsa, dengi öğretmeni koruyan bir taban maaş uygulaması vardı özel okullar için. 2014’te AK Parti grubunda, gece sonrası hayra olmayan bir hareketlilik vardı. Dedik ‘Bunlar bir şey çıkaracaklar.’ Yine bir çantadan bir önerge çıktı. Apar topar imzalandı, verildi. Önerge taban fiyatı kaldıran önergeydi. Taban fiyat uygulaması kalktı, bugün herhangi bir özel okulda 17 bin 2 lira asgari ücrete çalışan öğretmen, o gece yarısı AK Parti’nin oylarıyla, bizim itirazlarımızla, bağırışlar, çağırışlar arasında taban fiyat kelimesi metinden çıkmasaydı bugün asgari ücret verilen öğretmen, hiç değilse 40 bin lira alacaktı. Ya da 25 bin lira verilen öğretmen, kamudaki aldığı maaş 62 bin liraysa, 62 bin lira alacaktı. AK Parti’nin bir gece yarısı öğretmenlere ne yaptığını bir kez daha hatırlamak lazım.

“Dünya tarihinin en büyük kapkaç olayı. 1 milyon öğretmenin diplomasına kapkaç yapmaya çalışıyorlar”

Ama öğretmenlere yapılmış en büyük kötülük bu değil. İnanın, daha kötüsüne yeltendiler ve yapıyorlar. Dünya tarihinin en büyük kapkaç olayı. 1 milyon öğretmenin diplomasına kapkaç yapmaya çalışıyorlar. Bugün son kez 20 bin öğretmeni atadılar. Seneye Maarif Modeli başlayacak. Daha doğrusu Maarif Modeli’nde öngördükleri şekliyle, hani bunlar söz vermişlerdi ya geçen seçimden önce. Biz, ilk yıl 100 bin öğretmen ataması yapacağımızı söylemiştik. Bunlar, ‘Biz de yapacağız’ demişlerdi. Biz, ‘Mülakatı kaldıracağız’ diyorduk, Cumhurbaşkanı ‘Biz de kaldıracağız’ dedi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı, ‘Cumhurbaşkanımız son noktayı koydu, artık mülakat yok’ dedi. Ama bu sözden, bu Milli Eğitim Bakanı seçimden beş ay sonra döndü. ‘Mülakatsız olmaz. Yapacağız ama mülakat gibi mülakat yapacağız’ dedi. Önce bu son yaşadığımız süreci hatırlayalım: ‘Mülakat yapmayacağız’ diyenler, mülakat yaptılar. Türkiye’nin dört bir yanına mülakat masaları kurdular. O masalarda kötü niyetli olmayan ama birbiriyle çelişkili heyetler, birbirinden farklı tutum sergilediler. Örneğin x ili, ‘Zaten atanamadı bu çocuklar, bizim hemşehriler atansın’ diye her öğrenciye beş puan fazla verdi. Y ili çok titiz davrandı, dedi ki ‘Kimseye hak geçmesin, biz bu mülakat notunu olduğu gibi verelim.’ Oysaki öğretmenler virgülden sonra dördüncü basamağa kadar kendi içlerinde sıralanıyorlar. Yani virgülden önce beş puan verince bütün iş allak, bullak oldu. Milli Eğitim Bakanı’nın açıklamasına göre, bin 100 küsur kişi, bizim hesaplarımıza göre bin 800’ün üzerinde öğretmen çok yüksek sınav puanlarına rağmen düşük mülakat puanları ya da kendisinin normal alıp diğer rakiplerinin yanlışlıkla önüne çıkartıldığı subjektif mülakat değerlendirmeleri sonucunda allak bullak oldu, arap saçı oldu. Nasıl çözülecek, belli değil.

“Bugün mezun olmuş 23 yaşındaki öğretmen, 88 yaşına geldiğinde atanabilecek. Böyle bir sistem kurmaya çalışıyorlar”

Ama kapkaç dediğim bu da değil. Kapkaç dediğim, 1 milyon öğretmenin diplomasını kapıp kaçmaya çalışıyorlar. Şöyle yapacaklarmış: Her yıl Milli Eğitim Akademisi’ne, emekli olacak öğretmen kadar öğrenci alacaklar. Yani 20, 23, 25 bin. Bunları iki yıl daha okutacaklar. İzleyecekler. Yaşam tarzına bakacaklar. Ne yiyormuş, ne içiyormuş, nereye gidiyormuş, ne yapıyormuş? Elediklerini eleyecekler. Kafalarına göre gördüklerini, kendilerine münasip gördüklerini alacaklar. İki yıl sonra atayacaklar. Tamamı geçse 20 bin kişi. Geriye kalan 980 bin kişi, öğretmen değil artık. Bir sonraki yılki şanslı 20 binin içine girmeyi bekleyecek. Kendi hesaplarına göre, bütün öğretmen yetiştiren üniversiteleri, fakülteleri, öğretmene geçişleri bitirseler 65 yılda atanamıyor bu öğretmenler. Yani bugün yeni mezun olmuş 23 yaşındaki öğretmen, 88 yaşına geldiğinde atanabilecek, sonuncusu. Böyle bir sistem kurmaya çalışıyorlar. Buna itiraz ediyoruz. Tabii burada bu kadar adaletsizliğin içinde deprem bölgesi öğretmenleri ayrı bir kontenjan istiyorlar, onu hatırlatmak ve mağdur öğretmenlerimize de bir atama yapılmasıyla ilgili beklentilerini burada yeniden dile getirmek gerekiyor.

“CHP iktidarında, ataması yapılmayan 1 milyon öğretmenden 100 bininin 1 yıl içinde atamasının yapılması sağlanacaktır”

Peki ne öneriyoruz? 81 ilde, bugün saat 11.00’de il yönetimlerimizdeki eğitimden sorumlu, hemen hemen hepsi emekli öğretmen olan il eğitim sekreterlerimiz, CHP iktidarında Milli Eğitimde ne yapacağını 10 maddeyle anlattık. Öğretmenlerin tüm özlük haklarını içeren personel kanunu yapılacak. Uzman başöğretmenlik sistemi kaldırılacak, aynı işi yapan ama farklı unvanlarla çalıştırılan öğretmenlik anlayışı son bulacak. Buraya açıklamayı da ben getireyim: Türkiye Cumhuriyeti’nde eğer ülkeyi CHP yönetiyorsa bir tane başöğretmen vardır, o da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Eğitimin siyasallaşması engellenecek ve öğretmenler üzerindeki antidemokratik baskılara son verilecek. Kamuda ücretli, sözleşmeli öğretmenlik ayrımına son verilecek, kamuda çalışan tüm öğretmenler kadrolu olarak görev yapacak. Özel sektörde çalışan öğretmenler için taban maaş uygulaması geri getirilecek, kamudaki öğretmenler kadar maaş almaları sağlanacak. Usta öğreticiler hak ettikleri değeri göreceklerdir. Liyakat ilkesi milli eğitimde yeniden tesis edilecek. Bütün yönetici atamaları bu ilkeye göre yapılacak. Öğretmenlerin görev ve yetkilerinin devredildiği, ÇEDES ve benzeri uygulamaların önünü açan, tarikat ve cemaatlerin uzantısı vakıf ve derneklerle yapılan tüm protokoller iptal edilecek. Okullarda öğretmenler tek yetkili kılınacaktır. Tüm öğretmenlere 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde bir maaş ikramiye verilecektir. Öğretmenlerin insanca yaşayabilmeleri için aylıkları ve ek ders ücretleri günün koşullarına uygun hale getirilecek, ek ders ücretleri maaş içine alınarak emekli aylıklarına yansıtılması sağlanacak, tüm öğretmenlerin yoksulluk sınırı üzerinde maaş almaları mutlaka sağlanacaktır. Eğitim-öğretime hazırlık ödeneği, bir maaş tutarında ve tüm eğitim iş görenlerine verilecektir. Ataması yapılmayan 1 milyon öğretmenden 100 bininin 1 yıl içinde atamasının yapılması sağlanacaktır.

“Bu 10 madde, CHP’nin gelecek dönemdeki Milli Eğitim Bakanının yol haritası olacaktır”

Değerli öğretmenlerim bu 10 madde, CHP’nin eğitim sendikalarıyla sağcı, solcu diye ayırmadan, o sendikaya kimler üye diye ayırmadan, konuştuğumuz, öğrendiğimiz, bu sorunları hem eğitimin hem öğretmenlerin sorunlarına çözüm önerilerini ortaklaştırdığımız noktalardır. Bu 10 madde, CHP’nin gelecek dönemdeki Milli Eğitim Bakanı'nın yol haritası olacaktır. Biz de CHP olarak bunu en yakından takip etmeye, Türkiye için en önemli sorun olan milli eğitimdeki kalite sorununun ve eğitim camiasının sorunlarının teker teker çözülmesine hep birlikte şahitlik edeceğiz , katkı sağlayacağız.

“İkinci 20 bin liranın peşine düşeceksin, çocuğu bırakacağın yer de 20 bin lira”

Son olarak önemli bir gündemimiz daha var Türkiye’de. Biliyorsunuz, en iyi de öğretmenler biliyor. Bir çocuk eğitime ne kadar erken başlarsa bu o kadar iyi. Eğitim yaşı tartışmaları var. Okul öncesi eğitim çok önemli. Okul öncesi eğitimden önce de çocukların bakım evlerine, halk arasındaki deyimle bir kreşe gitmesi, başka çocuklarla tanışması, sıraya girmeyi, birlikte yemek yemeyi, kişisel hijyeniyle ilgilenmeyi, sosyalleşmeyi, eve gelip okulu anlatmayı, okula gidip evle ilgili bir şeyler konuşması... Bunların hepsi fevkalade önemli ve bir çocuğun hem zeka gelişimi açısından hem de hayata yetkin, iyi bir karakterle hazırlanması açısından çok çok önemli. Maalesef Türkiye’de kreş meselesi sadece çocuk açısından değil, kadının işgücüne katılımı açısından da kritik bir noktada duruyor. Bugün ev kiraları büyükşehirlerde 20 bin lira. Bir eş, bulabildiyse bir asgari ücretle alıyor 17 bin lira. Hadi asgari ücretin üzerinde iş bulsun, alıyor 25 bin lira. Eğer çocuk oldu da diğer eş geçinmiyorsa, sadece ya kirayı ödüyorlar aç kalıyorlar ya da karınlarını doyuruyorlar sokakta kalma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Kiracıyla ev sahibi gırtlak gırtlağa. Ne lazım? Diğer eşin sosyal hayata katılması lazım, iş yaşamına dönmesi lazım. Bunun için bebeğin bakılması lazım. Çocuğu bırakabilecek kimsesi yoksa, çalışamaz. Kreşe versin, kreş de 20 bin lira. Ev kirası 20 bin lira, bir kişi çalışıyor. Yetmiyor. İkinci 20 bin liranın peşine düşeceksin, çocuğu bırakacağın yer de 20 bin lira.

“Ocak geldiğinde CHP’li belediyelerin açtığı kreş sayısı binin üzerinde diye konuşuyor olacağız”

Burada ücretsiz ya da sembolik ücretli, sosyal amaçlı açılmış kreşler çok önemli. Bu kreşlerin Türkiye’deki sayısı 653. Tamamı CHP’li belediyeler tarafından, partinin ortaya koyduğu ortak vizyon için açıldı. Hızla da artıyor. Her sorduğumuzda 50 kreş fazla. Emin olun bu sene ocak geldiğinde bu kreş sayısı binin üzerinde diye konuşuyor olacağız. Bunların adı kreş. Bir eğitim kurumu değil. Burası çocuk bakım evi. Çocuğun protein alabildiği, karnını doyurabildiği, hijyenik şartlarda durduğu, sosyalleştiği ortam. Örneğin sadece İstanbul’da, Ekrem İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı olduğunda belediyenin kreş sayısı sıfır. Bugün 105. Taksimetre gibi ilerliyor. Her gün kreş açıyorlar. Ankara’da Mansur Yavaş son 34 bakım evini açtı, halk arasındaki deyimle kreş. Bunun dışında da CHP’li belediyeler ücretsiz su sebilleriyle su alamayan öğrenciler için -bir su 15 lira olmuş- sağlıklı su veriyorlar. Buna karşı çıkanlar var. ‘Üç öğün sıcak yemek vereceğiz’ dedik. ‘Biz de vereceğiz’ dediler. Seçimden sonra bıraktılar, gittiler. Götürüyoruz, kapıdan sokmuyorlar. ‘Veremezsiniz’ diyorlar. Ayrıca okullardaki hijyen sorunu için bütün örgütlerimize yazdık. En yakın belediyelere yönlendirdiler. Ankara’da bine yakın okul talep etti. Sonra hızla bir çoğu korktu ve vazgeçti. 650’sine artık bir şekilde hijyen kitlerini ulaştırdık. Bizim temizlemek istediğimiz okullarda bizim önümüze geçiyorlar.

“Buralar eğitim yeri değil; buralar kreş, çocuk bakım evi”

Son olarak iki gün önce bir yazı ulaştı belediyelerimize. MEB, İçişleri Bakanı'na ve Çevre Şehircilik Bakanlığı'na yazmış; onlar valiliklere, valilikler, belediyelerimize: ‘Bu iş MEB’in işi. Bu kreşleri kapatın. Başkasının açmasına izin vermeyin. Açık olanları da kapatın.’ Bunu bir eğitim faaliyeti olarak görüp ‘Eğitim, MEB’in işi’ diyor. Eğitim faaliyetini bir imza atıp iş birliği protokolü diye cemaatlere, tarikatlara taşere ediyorlar. Biz buna itiraz ettiğimizde, ‘Aramızda protokol var. Denetleyeceğiz’ diyorlar. Bu kreşlerde hepsi çocuk gelişimi uzmanı olan ya da atanmamış öğretmenler çalışıyor, çocuk psikolojisini bilen, bunun eğitimini almış olan kişiler çalışıyor. Gelmişler, diyorlar ki ‘Bu kreşleri kapatın.’ Bakın, buralar eğitim yeri değil; buralar kreş, çocuk bakımevi. Velev ki eğitim yeri olsun, denetleyeceksen gel kapımız açık denetle. Hijyeniyle, malzeme kalitesiyle, öğretmenin tutumuyla, her şeyiyle ortada. Hatta ‘Burada eğitim verilmiyor, ben burada eğitim de vereceğim bu çocukların yaşına uygun’ diyorsan biz sağladık buradaki şartları. Atanmayan öğretmenlerden 653 kreş için şimdi, 10’ar tane öğretmen, 6 bin 500 öğretmen daha ata pazartesi günü. Yolla bizim kreşlere. Yer bizden olsun, öğretmen senden olsun. Yemek bizden olsun, öğretmenin maaşı senden olsun. Süt bizden olsun, yapalım bu iş birliği protokolünü. Yok, derdi o değil ki. Derdi o olsa kendi açar kreş.

“Kadının yerinin ev olduğunu, titrinin sadece annelik olduğunu düşünüyor”

Koskoca devlet, bugüne kadar yol yapmış, köprü yapmış övünüyor. Otobanla övünüyor. Her şeyin en büyüğüyle övünüyor. Bir tane kreş, bir tane öğrenci yurdu açmamış. Neden açmıyor? Kafadaki hat belli. Şöyle bakıyor meseleye. Kadın zaten 5 tane çocuk yapacak ona uyarsa. 3, olabilirse 5 diyor. Bunun hamileliği var. Hamilelikten sonraki altı ayı var. ‘Hangi ara çalışacak. Otursun evinde, çocuğuna baksın’ diye bakıyor. Kadının yerinin ev olduğunu, titrinin sadece annelik olduğunu düşünüyor. Onun bir akademisyen, bir mühendis, bir işçi, bir esnaf olmasına ilişkin talebinin karşısında onun bu işi kolaylaştırmaya ilişkin atacak bir adımı yok. Öğrenci yurdunda da öyle. ‘Niye yurt yapayım? Yurt yapmak benim işim değil. Cemaatler yapsınlar. Sokakta kalanları kapsınlar. Becerebiliyorlarsa zihinlerini yıkasınlar. Bizim istediğimiz gibi bir nesil yaratsınlar’ diyor. O yüzden mesele tam olarak da bu hizmete engel olma noktasına gidiyor.

“Bunlara engel olunması seçim kazandırmaz, esas siyasi felaketin büyüğünü yaşayacağınızı ve buna çok yakında olduğunuzu gösterir”

Sebebi şu, yapılan bütün anketlerde hatta şöyle bir çalışma var: İstanbul’da 2019’daki yerel seçimde iki seçimde de AK Parti’ye oy vermiş, beş yıl sonra CHP’ye oy vermiş kadın seçmene soruluyor: ‘Niye bu sefer Ekrem İmamoğlu?’ Birinci cevap, 'anne kart' uygulaması. ‘Bize anne kart yolladı.’ İkinci cevap, kreş uygulaması. Üçüncü cevap, okul öğrencilerine okul kiti yollanması. Yani bu kadın AKP’li seçmene, Ekrem İmamoğlu ve ekibi bu gerçek bir soruna candan bir çözüm ürettikleri ve dokundukları için artık orada seçmenin davranışı değişmiş. Bunu gördüler ve acilen harekete geçtiler. Böyle bir siyaset olabilir mi Sayın Erdoğan? Çocuğun okulda içeceği çorbaya izin vermeyerek, ona verdiğimiz kırtasiye kitine mani olmaya çalışarak, yoksul kadının çocuğuna bakacak kreşi yapıp onun maaşlı bir işte çalışmasını sağlayarak bizim elde ettiğimiz siyasi başarıyla yarışacaksan bunları sen de yapacaksın, senin belediyelerin de yapacak, öyle yarışacaksın. Bunlara engel olmak haksızlıktır, vicdansızlıktır. Bunlara engel olunması seçim kazandırmaz, esas siyasi felaketin büyüğünü yaşayacağınızı ve buna çok yakında olduğunuzu gösterir.

“Milletimiz bunların ne durumda olduklarını, nasıl bir çaresizlik içinde olduklarını en yakından görüyorlar”

AK Parti’nin Ankara adayı Turgut Altınok 100 kreş sözü vermiş, bir yıl içinde. Seçimi kazanamamış. Neden? Bunu yapan varken bugüne kadar yapmayana, kendi yönettiği ilçede bir kreş açmayana kanmadı Ankaralı. Ama 100 kreş sözü vermiş. Çünkü Mansur Yavaş yapıyor ve beğeniliyor diye. Gelelim İzmir adayı Hamza Dağ. İzmir’de 100 kreş açağını annelere söz olarak vermiş. Hamza Dağ orada, MEB orada. Ve son olarak bize yazıyı yollayan Şehircilik Bakanı Murat Kurum, İstanbul adayıyken İstanbul’un her mahallesine bir kreş sözü vermiş. Bütün billboardlarda yazıyordu. Şimdi soruyorum Murat Kurum’a, Hamza Dağ ve Turgut Altınok’a: Siz kazansaydınız kreş açacaktınız, biz kazandık, o kreşleri zaten açmıştık, fazlasını yaptık. Şimdi sizinkiler ‘Kapatalım oylar CHP’den gitsin’ diyor. Bu akıl mı, bu vicdan mı? Bu namus mu? Bu siyaset mi? Olmaz olsun sizin siyasetiniz. Biz bu hukuksuz karara direniriz. Biz bununla mücadele ederiz. Ama milletimiz bunların ne durumda olduklarını, nasıl bir çaresizlik içinde olduklarını en yakından görüyorlar.

“Çare, her alanda eşitlikte”

Biz dün bu salonda ‘Çare Eşitlikte’ diye bir kadın toplantısı yaptık. Akşam 17.00 sularında onun kapanışını yapıyordum. ‘Çare Eşitlikte’ sadece kadın-erkek eşitliği için değil. Elbette kadın-erkek eşitliği için, toplumsal cinsiyet eşitliği için çok önemli. Ama çare, her alanda eşitlikte. Öğretmenlerin, öğrencilerin hayata kapatamayacakları kadar bir farkla geriden başlamaması için yoksul aileler için çare eşitlikte. Asgari ücret alan kira ödüyorsa aç kalıyor, karnını doyuruyorsa sokakta kalıyorsa burada çare eşitlikte. Bu ülkenin çok parası var, çok imkanı var, çok kaynağı var ama maalesef eşitliksiz bir bölüşüm stratejisi var. Onun için çare eşitlikte. Vergi ödüyoruz, Türkiye’de vergilerin yüzde 68’ini fabrikatörle fabrikada çalışan işçi, bekçi aynı vergiyi ödüyor. Dolaylı vergi. Elektrik kullanırken, su kullanırken, çocuğuna süt alırken, bez alırken, mama alırken... Aynı yüzde 68. Yüzde 20 maaşlardan kesilen vergiler. Geriye yüzde 11’lik, 11 buçukluk bir pay kalıyor ki kazananın ödediği gerçek vergi. Türkiye’de 10 lira verginin dokuzu vermemesi gerekenlerden ya da çok az vermesi gerekenlerden, yüzde 10’u esas vergi vermesi gerekenlerden alınıyor. İşte çare burada da eşitlikte, bu haksızlık ve adaletsizliği gidermekte.

“Türkiye’nin gençleri, hem uzaklara gitmeyecekler burada kalacaklar hem de çok şeyi başaracaklar”

Burada çok konuşma yaptım en heyecanlılarından bir tanesi 31 Mart akşamı TRT’ye sürprizimi açıklayacağım konuşmaydı. O konuşmada dahi bu kadar heyecanlı değildim. Burada 424 belediye başkanımıza konuşma yapıyorum, heyecanlanmıyorum. 81 il başkanına konuşma yapıyorum, heyecanlanmıyorum. Bütün örgüte konuşuyorum, heyecanlanmıyorum. Canlı yayında 80 milyona konuşuyorum, heyecanlanmıyorum. Ama ilkokul öğretmenim burada olunca, Güner Boran burada olunca, Asuman Ünal burada olunca; birinden Almanca’yı, birinden vatandaşlık hukukunu öğrendim. Matematikçisi, fizikçisi, Türkçecisi burada olunca, bir de insanın annesi ve babası karşısında olunca bu kürsü en zor kürsü oldu. Biz onların öğrettikleriyle buraya kadar gelebildik. Ama onların yetiştirdikleri, göreceksiniz önümüzdeki seçimden sonra Türkiye’deki o büyük değişimle önlerine imkanlar açılınca Türkiye’nin gençleri, hem uzaklara gitmeyecekler burada kalacaklar hem de çok şeyi başaracaklar. Ben bizleri bugünlere getiren ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i, ikinci yüzyılında halen daha dimdik ayakta ve yapılacak ilk seçimlerle yeniden demokrasiye dönecek ve dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi olacak potansiyelde tuttukları için, böyle nesiller yetiştirdikleri, bu ülkenin temellerini bu kadar sağlam attıkları için, başta Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, ellerinizden öpüyorum. Sağolun, var olun.”


 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —